Ortadoğu’da özelde Arap halkları isyanı üzerinden yaşanan değişimin
belli başlı iç ve dış aktörleri hakkında neler söylemek istersiniz?
Toplumsal değişim anlamında Arap halkları iç dinamik olarak çok güçlü bir
yapıya sahip değillerdi. Öyle bir demokrasi geleneği de yoktu. Sadece darbelerle
değişim geleneği vardı. İletişim çağının getirdiği, dünyanın her köşesindeki her
bir insanın, dünyanın her köşesinde olanlardan haberdar olmasının getirdiği
farkındalık, Arap halklarında böyle bir harekete yol açtı. Ama bu durumun sadece
iç dinamiklerin ürünü olduğunu söylemek yanlış olur. Dış dinamiklerinde etkisi
küçümsenemez. Ama her bir yerin kendi içinde farklılıkları var. Mısır’daki durum
daha tarihsel bir kökene sahip iken Libya’daki durum ise, Kaddafi’nin dünya
kapitalizmine karşı takındığı tutumla ilintilidir. Her birinde farklı farklı
nedenler vardı ama her birindeki süreç bir dinamik yarattı. Ve bu iç dinamikler
şöyle ya da böyle bir karşılık buldu. Tabi ki bu birilerinin dediği gibi tek
başına twitter ya da facebook örgütlenmesi de değildir. Tek başına iç dinamiksiz
de değil ama yaşadığı çağda insanlar aradıkları toplumu özlüyorlar ve buna karşı
başkaldırıyorlar. Ve tabi ki geçmişte olduğu gibi bu diktatörler, kendi
ülkelerindeki ayaklanmaları /başkaldırıları kanla bastıramıyorlar. Artık Beşşar
Esad, babasının Humus’ta yaptığı katliamı yapamaz. Dünya böyle bir dünya
artık.
Filistin halkının bağımsız devlet hakkını savunan AKP hükümetinin, Kürt
halkının anadil talebini bile kabul etmemesini, yani içerde despot dışarıda
‘demokrat’ tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sadece Filistin Devleti değil, Almanya’daki Türklere karşı uygulanan
asimilasyona ve bunun yanında Bulgaristan’daki Türklerin demokratik haklarına
ilişkin de konuşuyor. Daha önceki başbakanlar da böyle idiler. Uçağa
bindiklerinde Bask modelinden bile bahsederlerdi. Ama uçak yere indiğinde
onların da ayakları yere basardı. Tabi Tayyib’in durumu biraz daha farklı,
Ortadoğu’da ilgi çeken bir lider olmak istiyor ama Türkiye’de Kürt meselesini,
kendi adına, kendi lehine ve kendi Kürt’ü için çözmek istiyor. Bu yüzden burada
alabildiğine tutucu ve gerici bir tutum içerisinde davranıyor. Aslında var olan
ideolojisinin geçmişteki damarı, Kürt meselesinde çok net bir şekilde ortaya
çıkıyor.
Gilat Şalid ile Filistinli tutsakların takasını neye bağlıyorsunuz? Filistin
İsrail barışına doğru bir adım mı, Hamas’ın sisteme entegre edilmesi mi, yoksa
İsrail’in nefes almak için taktik manevralarımı?
Birincisi dışında her iki nedenden dolayı gibi geliyor bana. Hem Hamas’ı
sisteme entegre etmek ve hem de nefes almaya ihtiyacı var İsrail’in. Çünkü
İsrail çok ciddi iç ve dış sorunlarla karşı karşıya. Hamas ise süreçle ciddi bir
siyasal etkiye sahip oldu. Hamas’ın bu etkisini ehlileştirmeye dönük bir proje
olarak görüyorum.
Suriye üzerinden bölgesel, hatta küresel güçlerin kutuplaşmaları hakkında
neler düşünüyorsunuz? Dün Irak’ta yarım kalan bir hesaplaşmanın devamı mı?
Bence Suriye meselesi, İran’ın ve Cezayir’in elini zayıflatmak içindir. Yoksa
doğal kaynakları itibariyle Suriye, emperyalistler için fazla iştah kabartıcı
bir ülke değil. Hedefte İran ve Cezayir var. Eğer Suriye’de bir iç karışıklık
olmasaydı bugün Kaddafi’nin sonu böyle olmayabilirdi. Başka destekler
alabilirdi. Ama böyle olmadı. Bir anlamda Arap liderleri birbirlerine yardım
edemez hale düştüler. Arap liderleri arasında kaotik bir durum yaratıldı. Bütün
bunlar giderek İran’ı yalnızlaştırıyor. Düşününki füze kalkanı Türkiye üzerinden
yapılıyor. Sen bir yandan Filistin’in bağımsızlığından söz edeceksin, diğer
yandan da İran’ın İsrail’e atacağı füzeleri önleyeceksin. Yani görünürde bir
kavga var İsrail ile ama diğer taraftan İsrail’e kalkan olmuş bir Türkiye
var.
Meşal Temo’nun öldürülmesi sizce kimlere ne yönde hizmet ediyor/
edecek?
Bu konuda en ciddi senaryo, Meşal Temo’yu Beşar’ın öldürtüp Türkiye’yi yanına
çekme girişimi olduğuydu. Bu çok uçuk bir iddia gibi gelebilir ama bunun doğru
olabileceğini düşünüyorum.
Türk devlet ve hükümeti, Suriye sorununu Kürt/Kürdistan üzerinden bir iç
sorun olarak algılıyor, niçin?
Irak bir federal Kürt yapısını ortaya çıkardı. Bu durum Mahabad Kürt
devletinden sonra bir ilktir. Şimdi Suriye’de ve İran’da da böyle bir şey
çıkarsa Türkiye’nin ne yapacağı konusundaki sorular da farklı olur. Ben hep bu
soruna şöyle bakmışımdır; yani Diyarbakır mı Erbil’e entegre olacak, Erbil mi
Diyarbakır’a entegre olacak şeklindeydi. Ama o süreç geride kaldı. Şimdi sorun
Suriye’deki Kürtlerin, Erbil’e mi yoksa Türkiye’ye mi döneceği sorunudur. Eğer
Kürt sorunu Türkiye’de çözülmez ise Diyarbakır Erbil’e doğru kayacaktır. Türkiye
Suriye’ye bu kaygılarla yaklaşıyor.
Kürt sorununun çözümünde Türk aydın ve yazarlarının katkısı ne
olabilir?
Bu sorunun içine Türk medyasını da katarak cevaplamak istiyorum. Şimdi bakın
ortada bir Türk ve Kürt çatışması yok. Türk devleti ile Kürtlerin bir çatışması
vardır. Medya ve Türk aydınları bu konuda gereken refleksleri gösteremediler.
Hatta kimi istisnalar dışında tutulursa ağırlıklı olarak savaşı körükleyen bir
tutum içinde oldular. Bu da tabi Türk aydın, solcu ve sosyalistlerinin ne kadar
milliyetçi ve Kemalist bir damardan geldiğini gösteriyor. Türkiye’de tanık
olduğum iki tane turnusol kağıdı var birincisi Kürt meselesi, bir diğeri de
şeriat meselesi. Tabir uygunsa bu iki mesele Hikmet Kıvılcımcı’nın dediği gibi
“başsız deve”leri ortaya çıkardı. Kürt meselesinde sosyalistler ve Kemalistler
bir tarafa Şeriat meselesinde de özgürlükçüyüm diyenler bir tarafa
düştüler.
Peki, sizce Türk aydın, yazar ve medyasının bundan sonra nasıl bir tutum ve
pratik adım içerisinde olması gerekiyor?
Bence asıl mesele Kürt hareketinde düğümleniyor. Kürt hareketi, Türk aydın
cenahı içerisindeki entelektüelleri açığa çıkaracak hamlelerde bulunması
gerekiyor. Çünkü bu konuda ben tek başına Türk aydınlarından umutlu
değilim.
Kürtlerin kendi kaderini tayin etme hakkına ilişkin tutumunuz
nedir?
Eğer homojen bir durum olsaydı ayrılmak çok daha kolay olurdu. Fakat tabii
Türkiye’nin en büyük Kürt kenti İstanbul, bir o kadar Adana, bir o kadar da
Antalya... Benim kişisel fikrim, birlikte çözümün daha kolay olacağıdır.
Herkesin kendini ifade edebileceği yerel yapılarla sorunun çözülebileceğini
düşünüyorum.
PKK’nin Demokratik Özerklik modeli mi?
Hayır o çok başka bir yapı. Çok monopol bir yapı. Onu çağın koşullarına uygun
hale getirmek gerekir diye düşünüyorum. Zaten özerklik ilanı bence çok erken bir
adımdı. Bütün
Türkiye’yi çağrıştırmalıydı. Eğer o monopol yapı içerisinde
olursa, bütün Kürtleri PKK’ye, bölge dışındaki Kürtleri de Türklere teslim etmiş
olursun. Yani o yapı böyle bir yapıdır. Bence demokratik özerklik modelini
yeniden revize etmek ve gözden geçirmek gerekiyor.
Kürt ulusal özgürlük mücadelesinin çözümünde, demokratik seçeneğin yaşam
bulması ne oranda olgunlaştı?
Bazen nesnel koşullar olgunlaşıyor ama öznel müdahalede yetersiz kalınıyor
bazen de tam tersi yönünde yaşanılıyor. Ama kesin olan bir şey var oda silahlı
mücadelenin artık tarihsel misyonunu tamamlamış olmasıdır. Tabi bunu söylerken
koşulsuz silah bırakıp dağdan inmeleri gerektiğini söylemiyorum. Çünkü vakti
zamanında Kürtler, dağa piknik yapmak için çıkmadılar ki piknik bitti hadi
insinler diyelim. Ben soruyu PKK neden silah bırakmıyor diye sormuyorum, PKK’ye
neden silah bıraktırılamadı diye soruyorum. Karşılıklı müzakere olması gerek.
Siyasal çözüm için PKK ile konuşmayabilirsin Kürtlerin başka temsilcileri de var
ama mesele silah bıraktırmaksa o zaman silah kimdeyse onunla sorunu çözmek
zorundasın.
Diyarbakır’da, Tahrir Meydanı’ndaki gibi büyük sivil, siyasal direniş benzeri
bir yönelimin Kürt ulusal özgürlük mücadelesine katkısının olup olmayacağına
ilişkin fikriniz nedir?
Dikkat ederseniz Tahrir Meydanı’nda o direnişler olurken tek bir yerde tek
bir silah patlamadı. Ama Diyarbakır’da bir yerde sivil eylem olurken, diğer
yerde kışla basılıp 25 asker öldürülürse bunun bedelini kimse ödeyemez. Bunlar
çok kötü geçişlerdir. Yöntem olarak hangisi seçilecekse ona uygun hareket
edilir. Yani silahlı mücadele deniliyorsa silahlı mücadele verilmeli, yok eğer
sivil eylemler deniliyorsa silah bırakılmalıdır.
PKK’nin son Hakkari baskını sonucu öldürülen askerlerin bundan sonraki
siyasal atmosferi nasıl ve ne yönde etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
Sanki tehlikeli bir tırmanışa doğru sürükleniliyor havası var gibi. Ama
doğrusunu söylemek gerekirse, PKK’nin bu yapmış olduğu eylemi kullanacak ve
sürece çomak sokmak isteyecek güçlerin önemli bir bölümü ya içeriye girdiler ya
da dışarıdaki organizasyonları dağıldı. Bu tarz eylemler devam ederse tabi ki
çok kötü bir süreç kaçınılmaz olur. Ben dağdaki çatışmadan çok kentlerdeki
çatışmadan korkuyorum.
Batı Avrupa da kapitalizme karşı son yıllarda bir nevi ısınma turları yapan
ve Wall Street işgali ile küresel çapta hızlanan isyan büyüyor. Bu isyan/
isyanların belli başlı aktörleri nelerdir?
En temel aktör gelir dağılımındaki büyük uçurumdur. Ama tek başına bu da
değil elbette. Mesela isyanlarda, direnişlerde orta gelir sınıfından
azımsanmayacak bir kesimde var. Kapitalizm sadece ekonomik açıdan değil,
beyinsel açıdan da insanları karşılayamıyor. Ama ben yine de bu isyanları
kapitalizm dışı hareketler olarak görmüyorum. Çıkış itibariyle kapitalizmin
yarattığı sorunların etkisi var elbette ama çözüm yine bu küreselleşme
içerisinde aranıyor. Daha köklü bir alternatifin olması için öncelikle işçi
sınıfı ve toplumun diğer kesimlerinin örgütlenmesi gerekiyor. Örgütlü bir
mücadeleye dönüşmesi lazım. Bu dalgadan ciddi bir sosyalist hareket çıkar mı? Şu
anda bundan kuşkuluyum açıkçası.
Kapitalizmin 3. büyük krizinin geldiği/geleceği tartışılıyor. Her büyük kriz
büyük sosyal, siyasal ve ekonomik sonuçlar doğuruyor. Bu kez nasıl bir sonuç
bekliyorsunuz?
Buradan bir sosyalizm çıkar mı tam emin değilim. Tabi her büyük kriz
öncelikle dünya savaşını doğurur. Ama kapitalizm birbirleriyle savaşmayacak
kadar akıllandı diye düşünüyorum. Birbirleriyle savaşmayacak kadar güçlü
sermayelerin olduğu ülkelerin entegrasyonu tamamlandı. Mesela; İtalya, İspanya,
Yunanistan borçlu, İngiltere, Amerika borçlu peki alacaklı kim? Belli ki burada
alacaklı olan devletler değil. Küresel güçlerdir. Dolayısıyla bunlar bir savaş
çıksın istemezler.
Sizce küresel sermaye ya da güçler kendi içinde homojen bir yapıdalar
mı?
En azından savaşın çıkmaması konusunda homojendir. Kendi aralarındaki
sorunları roket üreterek değil de bilgisayar üreterek çözmek
istiyorlar.
Sevgilerimi sunuyorum.
İstanbul’da doğdu (1956). Kanlıca Sedat simavi İlkokulu’nu (1968),
Anadoluhisarı Ortaokulu’nu (1971), Kadıköy Ticaret Lisesi’ni (1974), Ege
Üniversitesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’nu (1978) bitirdi.
Gazeteciliğe Ege Ekspres’te başladı (1975). Demokrat İzmir (1977), Politika
(1979) gazetelerinde çalıştı. Cumhuriyet’te (1981-1994) Adana Bölge
Temsilciliği, İç Politika Servis Şefliği, Yazıişleri Müdürlüğü yaptı. Evrensel
gazetesinin kurucu genel yayın müdürü oldu (1995). Kurulduğundan bu yana (1996)
Radikal gazetesinde yazıyor.